Bahçemiz


            Bu bahçeye her girdiğimde buraya ilk gelişimizi anımsarım. Alabildiğine ürkek ve heyecanlıydım, ablamın elini sıkı sıkıya tutmuştum. Sonradan ürkekliğim yerini sevince bıraktı ama heyecanım aynı kaldı. Demir kapısından girer girmez dünya yok olur, sadece bahçemiz ve güzelim evimiz kalır. İyi ki biyolojik annem bizi yetimhaneye bırakmış, yoksa annem bizi o yetimhaneden alıp kendine evlat yapmaz, bu güzel bahçede büyütmezdi. İyi ki geldi ve bizi aldı. 
Üç katlı evimize girdikten sonra bir daha geceleri ağlayarak veya korkudan tir tir titreyerek uyumadım. Çok sevdiler bizi.  Bu ev, bu bahçe yıllar yılı bizi beklemiş gibi sevdiler.

Her mevsimi ayrı güzeldi bahçemizin. Benim güzel yeryüzü cennetim. İlkbaharın o taze, serin ve tertemiz havası, bazen hafif bulutlu, bazen pırıl pırıl güneşli gökyüzü… İki türlüsünde de bahçemiz ışıldardı. Hava bulutlanınca tüm güzelliğini açıkça göstermeyen bir tül serilir bahçenin üzerine, o buğulu hali ayrı güzeldir.

            Bahçe kapısından evimize taş kaplı bir yol kıvrılarak gider. Yolun iki kenarını kısa kesilmiş fundalar çevirir. Fundalardan sonra, bahçenin iki yanına doğru güzelim çiçekler başlar; beyaz, pembe ve kırmızının her tonundan güller açar. Doğduğumuz köyün kırlarına benzemez burası. Bir mevsimde geçen papatyalar, gelincikler yoktur burada. Bahçemiz her dem yeşil, güllerimiz yediverendir, annemin sevgisi gibi. Köyde bizi doğuran anneninki gibi kısa bir bahar değildir.

Mor, sarı, mavi çiçek sevmez annem, bahçede yetişmez o yüzden. Bembeyaz yüzü ve elleriyle beyaz, pembe, kırmızı güller arasında daha güzel görünür. Güllere kokusunu annem mi verir, o mu gülden alır kokusunu bilmezdim hiç. Bazen o güzelim bahçemizde dolaşırken gözleri dolar, burnunun ucu kızarırdı. Sormazdım ama bilirdim, doğmadan kaybettiği çocuklarını hayal ederdi bu bahçede. O zaman benim de içime bizi doğurduğu halde bu kadar sevemeyen annenin sızısı düşerdi. Çok mu zordu iki küçük yavrusunu kucağına basmak, sevmek, korumak? Yetimhanenin penceresine yuva yapan güvercinleri izlerdim küçükken.  Onlar bile yumurtalarına ve sonra da içinden çıkan yavrularına sahip çıkarken, o bizi kimsesi olmayan iki çocuk gibi getirip bırakmıştı buraya. Oysa güvencinler, o küçük, çelimsiz, pembe derisinin üstünde tek tük küçük sarımsı tüyleri olan ve kafaya çok büyük gelen patlak gözleriyle garip bir şeye benzeyen yavrularını koruyup kollar, yavruları büyüyüp tüy çıkarıp palazlanana kadar besler, sonra da günbegün uçmayı öğreterek onları yuvadan uçururdu.  

            İlkbaharda adeta neşeyle uçuşan kuşlar gibi biz de neşeyle büyüdük bahçemizde. Gökyüzünde sürüyle ve ahenkle uçan kırlangıçlar bahçemize insin isterdim bazı sabahlar. Onlar uçarken bahçe daha da serinlerdi sanki. Uzun ve genişleyen dalları birbirine giren ağaçlarımıza kuşlar yuva yapar her sene. Arka bahçede kümesimiz var. Orası ön bahçe gibi sık ağaçlarla ve çok yıllık bitkilerle donanmış değildir. Bu yüzden vaktimizin çoğunu orada geçirirdik. Ablamla ben ördeklerin peşinden koşarken annem havuz kenarında, kamelyanın altındaki beyaz ferforje masasında çayını yudumlar, bazen kitap okur, bazen bizi izler, ara sıra da misafirliğe gelen arkadaşlarıyla sohbet ederdi.

Misafiri olduğunda çay servisi bambaşka olur, masada mutlaka taze pişmiş kek ve türlü kurabiyeler bulunurdu. O zaman dadımız bizim küçük masamızı da hazırlar, bize de kek ve kurabiyelerden ikram ederdi. Annem ve misafirleri ince porselenden fincanlarla çay içerken, biz mevsimine göre şurup veya limonata içerdik. O günlerde hava daha güneşli olurdu sanki. Belki çok fazla ağaç olmadığı için belki de annemin misafirlerinin yanında oturduğumuz için öyle gelirdi bana. Sanki eşe dosta ilan ederdi bizim annemiz olduğunu. Yuvamızda ve güvende olmanın sıcaklığı yayılırdı her yere.

            Yaz günleri genellikle akşamüzeri çıkardık bahçemize. Haftada bir gün gelen bahçıvanın verdiği su yetmediği için hortumla biz sulardık çiçekleri, daha doğrusu her yeri. Sıcak toprağın buğusu kalkardı arka bahçemizde. Çamurlu yerlere basan ördekler havuza daldıklarında su bulanır, annem bize kızmaya çalışırdı. Sahiden kızdığını hissetmedim hiç. Bazen düşünürüm, acaba bizi doğuran annemizin de böyle bir evi, bahçesi, hizmetçisi, dadısı olsaydı bize böyle sevgi, şefkat gösterir miydi? Yoksa yine götürüp yetimhaneye koyar mıydı? Bizi sevmemesi yoksulluktan mıydı sadece? Kocası terk edip gittiğinden miydi? Tek başınalıktan mıydı? Bize bakamayacağı korkusundan mı, yoksa kendisi de sevilmediğinden mi öğrenememişti sevmeyi?

            Sonbaharda yeşilin tonu sarıya, kırmızıya dönerdi bahçede. Kuş sesleri seyrelir, yerini huzurlu bir sessizliğe bırakırdı. Bahçeye çıkış saatimiz öne çekilir, bahçede geçirdiğimiz süre yavaş yavaş kısalırdı. Hava soğuyup kış yaklaştıkça ayağımız bahçeden kesilir, pencere önündeki koltuğumuzda yerimizi alırdık. Sıkıldığımızda çatı katındaki oyun odasına çıkar, bazen ablamla birbirimize korkunç hikayeler anlatır, bazen de saatler süren oyunlar oynardık. Uslu olmazsak bizi sevmezler diye düşündüğümüzden olacak, hiç kavga etmezdik.

            Ne zaman ki büyüdük ve lise çağına geldik, o zaman evde sıkılmaya başladık. İlk defa bahçemizin dışı görmeye, bilmeye heves ettik. Okuldan sonra eve koşmak yerine dışarıda arkadaşlarımızla dolaşmak veya onlardan birinin evine gidip odalarında oturmak, konuşmak, müzik dinlemek ve “sırlarımızı” paylaşmak isterdik. Hala bizimle birlikte olan dadımız dışarıda olmamızı pek istemese de annem onu ikna eder, bunlar genç kız artık, tabi ki gezecekler diye izin verirdi. Annemin anlayış ve güveni bizi kendiliğinden kontrol eder, onun istemeyeceği şeylerden o söylemeden uzak dururduk.

            Üniversiteyi üç saatlik mesafedeki komşu şehirde okumak isteyişimiz de biraz bu arkadaş ve dış dünya merakımızdan oldu. Büyümek için “ayrılmak” gerektiğini sezgilerimizle bildik belki de. Bu defa zorunlu bir ayrılık değildi, annem uçmayı öğreterek gönderdi bizi yuvadan, ne zaman istersek gelebilirdik. Bu yüzden ayrıldık ama uzaklaşmadık evimizden. Her tatilde koşarak bahçemize geldik.

            Zaman geçti, biz büyüdük, annem yaşlandı, dadımız emekli olup evine çekildi, haftada bir gelen bahçıvan işlerini oğluna devretti. Her şey değişti belki ama bahçemiz değişmedi. Her girdiğimizde bizi annemin güvenli kolları gibi yumuşacık ve mis kokusuyla sarıp sarmaladı. 

                                                                                                                                               30 Nisan 2025

                                                                                                                                                        İzmir

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sekreter

2022, Ben geldim!

"Dünyayı Güzellik Kurtaracak, Bir İnsanı Sevmekle Başlayacak Herşey"