Kayıtlar

     Merhaba!    Bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Kendime bir hediyem var:Yeni bir başlangıç. Mutluluğu başkasına bağlamadan kendi hayatımın merkezine kendimi koyarak yaşamaya başlıyorum. Farazi laf sokmalar gibi olmasın ama kimse mutluluğunu bağlayacak kadar değerli değil. Bu hayat benim. Bu zaman, bu can, bu nefes hepsi sadece benim. Oturup birinin beni mutlu etmesini bekleyerek geçirdiğim yıllardan sonra artık çok yoruldum. Kimse kimseyi mutlu etmek zorunda da değilmiş öyle duydum. Zor olacak bu yaşam alışkanlığını kırmak ama acemiliği attıktan sonra beni de özgürleştirecek, hissediyorum. Mevzu derin ve uzun, belki daha sonra nedenini nasılını yazarım. Bugün geldiğim noktayı buraya iliştirmek istedim. Niyet koyduğum belli olsun, unutursam hatırlayayım. Unutursam hatırlatın! Hepinizi öpüyorum.

2022, Ben geldim!

     Merhaba!      Epeydir yazmıyordum. Büyük gelişmeler oldu, günler haftalar aylar çok yoğun geçti. Bir kızım oldu! Bu haber böyle mi verilir? Asıl böyle büyük haberler bam! diye verilir. Evet, bir kızım oldu. 20 Ağustos 2021 tarihinde, bir cuma sabahı saat 10.49'da boğuk bir sesle ağlayarak Kavaklıdere Ankara'da dünyaya geldi. Bütün aile merakla, heyecanla, sevinçle karşıladı. Pandemide olduğumuz için hastaneye girişler oldukça sınırlıydı. Eşim, annem, oğlum ve kardeşimle doğuma gittik. Evet, bu bizim için sınırlı girişti. Miniminicik bir bebekti, oğlum doğduğunda hayli iri olduğu için kızımız bizi şaşırttı. Adını Umay koyduk. Hamilelik boyunca onlarca isim düşündük, hatta bazı isimlerde karar kılacak olduk ama olmadı, son ay Umay koymaya karar verdik. Güzel de oldu. Adı gibi güzel olsun şansı bahtı. İki gece hastanede kaldıktan sonra eve geldik. Hastanede hissettiğim en yoğun şey açlıktı. Hamileliğim gebelik şekerinden dolayı diyet yaparak geçti. Evet, hamileyken diyet çok

BAHAR MI GELİYOR?

Resim
      Bugün 2 Mart 2021. Dün yazacaktım, fırsat olmadı. Bahar geliyor inceden. Ocak ve Şubat bitti mi gerisi düzlük bana. Pandemi bizde başlayalı bir sene oldu. İlk zamanların şaşkınlığı filan bu kadar uzun süre kapalı kalmanın bıkkınlığının yanında ne kadar hafifmiş. Bir senedir maskeyle geziyoruz. Aylardır haftasonu dışarı çıkmadık. Okullar ani bir kararla kapatılalı bir sene oldu. O gün bu işin bu kadar uzun süreceğini bilmiyorduk. birkaç ayda atlatılır ve normale döneriz diye düşünüyorduk. Heyhat! Hayat işte. Bugün haftada iki gün gidilecek şekilde okullar açıldı yeniden. Sabah bir heyecan oğlanı okula bıraktım. Çocuğun en çok istediği şey bütün sınıf arkadaşlarını bir arada görmek. Şu anda seyreltilmiş uygulama olduğu için sınıfı ikiye bölüyorlar. Bütün bu pandemi yasakları ve engelleri içinde beni en çok üzen çocukların okullarından, öğretmenlerinden, arkadaşlarından, oyunlarından, düzenlerinden ayrı kalması oldu. Bence hepsinin hayatında büyük bir kırılma yaşandı. Çocuklar doğar

KIŞ UYKUSU

Resim
Bağırarak dağlara doğru koşmak istiyorum. Duvarlardan, sınırlardan, kapılardan, maskelerden ve engellerden uzaklaşmak istiyorum. Mevsimlere kusur bulmak peşinde değilim ama kış bana ağır gelir genelde, daha doğrusu bende ağır geçer. Artık kışı sevmeye başlamıştım ki bu sene üzerine pandemi laneti çöktü. Şu anda hafta içi akşam, hafta sonu da tüm gün sokağa çıkmak yasak. Sadece hafta içi işe gelmek serbest. Kendimi bir kafesten başka bir kafese kapalı bir kutu içinde transfer ediliyormuş gibi hissediyorum. Her sabah arabaya binip iş yerine geliyorum. İş yeri dediğim yer, kocaman bir bina, içinde binlerce insan var. Önünde yürüyüş yapılamayacak kadar güdük bir bahçesi var. Başkaca da bir dinlenme alanı ve olanağı yok. Akşam da asansörle ofis katından otopark katına inip tekerlekli kafese binip eve geliyorum. Ev de kışın kapalı kutu haliyle. Yazarken bile fenalık geliyor. Dağlara taşlara, kırlara bayırlara atmak istiyorum kendimi, sanki ancak o zaman aldığım nefes bana yetecek gibi geliyo

KENDİNE AİT BİR ODA

 Bu yaz ikinci Virginia Woolf denememde okuduğum kitaptı Kendine Ait Bir Oda. Kadınların edebiyatta var olma ya da olamama nedenleri üzerine yazılmış bir denemeydi. Bir kadının evinde yazmak için kendine ait bir odası bile olmadan yazmasının ne kadar zor olduğunu anlatıyordu. Yıllık düzenli bir gelirinin olması gerektiğinden, kimseye açıklama yapmaksızın yazabileceği bir odası olması gerektiğinden bahsediyordu. Yazabilmek için, evet sırf rahatça yazabilmek için kendime ait bir bilgisayarım olsun istedim. Aylarca düşünüp taşındıktan sonra aldım bir bilgisayar. İki ay sadece kendim için kullandıktan sonra bilgisayarı eşim kullanmaya başladı iş için. İş için kullandığı için birşey de diyemedim ama bilgisayar gitti. Geçen gün dizi izlemek için aldım bir defa, ekranı ve klavyesi toz içindeydi. Bilgisayarı istisnasız her gün yanında götürüyor. Onun işine göre benim hobim ikinci planda olabilir ama ben kendi ihtiyaçlarımı geri plana atmaktan nefret ettim.  Bu durum bana çok dokundu. İstemiyor

KAÇAN KOVALANIR

                Ne kadar bayağı veya daha kibar olacaksak eğer beylik geliyor kulağa değil mi? Ortaokulda bile böyle bir düstur benimsemedim. Aslında bu tarz şeylere hiç prim vermedim. Çünkü benim için tek bir şey vardı ilişkilerde, o da samimiyet ve içtenlik. Aileden gelen bir öğreti belki de. İlkokuldaki arkadaşlıklarımda bile önemli olan tek şey samimiyetti benim için. O çocuk dünyamı olduğu gibi açmak, ve arkadaşımın da bana açması. Biz evimize bir arkadaşımız misafir geldiğinde bile olanı olduğu gibi sererdik o kişinin önüne. Yani misafir modumuz olmazdı. Ev dağınıksa dağınık kalırdı, yemek varsa çıkarırdık, yoksa birlikte yapardık. Evde bir eksiklik veya yoksulluk varsa bunu da saklamaya çalışmazdık. Hatta kardeşler arasında laf dalaşına da ara vermezdik misafirimizin yanında. Şimdi düşünüyorum da aileden geliyor, evet. Kimileri anneden, kimileri babadan, kimileri ikisinden de. Şimdi düşünüyorum da bizi hayatın birçok zorluğuna karşı çok iyi hazırlarken ilişkilerin zorluğuna hiç

2 Eylül 2020

Resim
  Garip bir boşluktayım. Yazmak istiyorum ama ne hakkında yazayım, nereden başlayayım veya nereden devam edeyim bilemiyorum. Ağustos kitap yazma ayı bitti. Kaç kelime yazdığımı saymadım bile çünkü çok az yazdığımı biliyorum. Yazmadığım günler çok oldu. Tahminim 10-15 bin kelime arası yazmışımdır. Günlük gibi yazmam lazım şu anda. Ondan sonra ne yazılacaksa kendini yazdırır diye düşünüyorum. Bugün 2 Eylül Çarşamba. Tatil bitti, Ankara’ya eve döndük. Genelde Ankara’yı özlemiş olurdum ama bu defa hiç özlememişim. Çok ikiyüzlüce ve bir o kadar da doğal geliyor aslında, memlekete gittiğimde Ankara’yı özlüyorum, çünkü buradaki hayatı Gaziantep’tekinden daha çok seviyorum. İstanbul’a gittiğimde de Ankara’yı özlüyorum bazen. Oranın da kalabalığı çok bunaltıcı geliyor çünkü. Ama Ege’ye tatile gittiğim zaman özlemiyorum burayı. Döndüğümde daha yavan geliyor Ankara. Bu defa da öyle oldu. Hatta neden burada yaşıyorum diye sorup duruyorum içten içe. Buraya daha fazla yerleşmekten korkmaya başladı