Kayıtlar

2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
Resim
Nazım Hikmet Ran Bir Ayrılış Hikayesi... Erkek kadına dedi ki:  -Seni seviyorum,  ama nasıl,  avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp  parmaklarımı kanatarak  kırasıya  çıldırasıya...  Erkek kadına dedi ki:  -Seni seviyorum,  ama nasıl,  kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,  yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,  yüzde hudutsuz kere yüz...  Kadın erkeğe dedi ki:  -Baktım  dudağımla, yüreğimle, kafamla;  severek, korkarak, eğilerek,  dudağına, yüreğine, kafana.  Şimdi ne söylüyorsam  karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..  Ve ben artık  biliyorum:  Toprağın -  yüzü güneşli bir ana gibi -  en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..  Fakat neyleyim  saçlarım dolanmış  ölmekte olan parmaklarına  başımı kurtarmam kabil  değil!  Sen  yürümelisin,  yeni doğan çocuğun  gözlerine bakarak..  Sen  yürümelisin,  beni bırakarak...  Kadın sustu.  SARILDILAR  Bir kitap düştü yere...  Kapandı bir pencere...  AYRILDILAR...

UZUN İNCE BİR YOLDAYIM-II

Aslında yolumuz pek de uzun ve ince değil. Bizimki daha çok bir mayın tarlasında gezinmeye benziyor. Halihazırda dinlediğim Rahmetli Veysel'e selam olsun. Ben bir kadın ve anne olduğum için - kadında annelik vasfı çocuk dünyaya getirmese de mevcuttur, çocuğu olanlarda potansiyel enerji kinetik enerjiye dönüşmüştür- olayları tek boyutlu ele almam mümkün olamıyor. Daha ziyade erkeklerde gözlemlediğim "taraftarlık" bazlı tutum ergenlik yaşlarımdan beri bana mümkün gelmiyor. Etrafa bir göz at, tarafları ve takımları belirle, sonra o takımın tribününe otur ve arkana yaslan. Kazanınca sevinç naraları at, kaybedince sitemin, küfrün, öfkenin bini bir para. Bir kere o tarafı seçtikten sonra ne düşün, ne sorgula... O taraf iyi, karşı taraf kötü. İşte her şey bu kadar basit!... Bizi şu anda bulunduğumuz çirkef kuyusuna çeken tam da bu yaklaşım değil mi? Nicedir insanın yaratılmışların en rezili, en acizi, en kötüsü olduğunu düşünmekteyim. İnsan, en azından insanlığını telafi edebil

UZUN İNCE BİR YOLDAYIM-I

15 Temmuz 2016... Sıcak bir cuma akşamı. Annem, eşim, oğlum, çiçeği burnunda doktor kardeşim akşam yemeğimizi huzur ve neşe içinde yedik. Yemekten sonra eşim, erkek kardeşimi havaalanına götürmek üzere evden çıktı. 15 dakika kadar sonra evimizde daha önce hiç duymadığım bir uçak sesiyle tedirgin oldum, üstünde durmadım. Dakikalar içinde sesler şiddetlenerek artmaya başladı. Hemen tv yi açtık, tabi ki herhangi bir haber yoktu. Twittera koştuk, İstanbul'da boğaz köprülerinin askerler tarafından trafiğe kapatıldığı haberleri düşmeye başladı. Dakikalar geçiyor ama Ankara'da ne olup bittiğine dair bir bilgi alamıyorduk. Derken doktor olan diğer kardeşimden Genelkurmay önünde çatışma olduğunu, çok sayıda ambulans talep edildiğini öğrendik. Artan seslerin alçaktan uçuş yapan jetler olduğunu anladık ama kim ve neden olduğuna dair yine bilgi yoktu. Korku ve endişe içinde kapıları camları kapatırken, bir yandan da apartmanın sığınağına inme hesapları yaparken başbakan televizyonda göründ
       ÖLÜM-YAŞAM        Başlık yazmak bile o kadar zor ki bu yazıya. Yazılabilecek tüm başlıkların iyimser kalabileceğini düşünüyorum yazacağım şeylere nazaran. Son yazdığımda yanlış hatırlamıyorsam 1 Kasım şokunu atlatmaya çalışıyordum. Gerçekten benim için tam bir yıkım olmuştu. Neredeyse tüm ümitlerim yerle bir olmuştu. Ne yazık ki kahrolmakta haklıymışız. Keşke olmasaydık...         Seçim propagandası niyetine yüzlerce insanın ölümüne doğrudan veya dolaylı sebep olunmuştu. Bir bakıma perşembenin gelişi çarşambadan belliydi ve geldi. Lanet olsun, geldi. En çok korktuğumuz şeyler başımıza geldi. Güneydoğu'da terör şiddetlendi. Devlet (iyimser bir yaklaşımla) terörle mücadele ederken binlerce sade vatandaşın, çoluğun çocuğun hayatını alt üst etti. Diğer tarafın zaten bizim gibiler tarafından ele alınır yanı yoktu hiç bir zaman. Gel gelelim biz büyük şehir insanlarına... Doğudakilerin tabiriyle hiç bir şeyden haberi olmayan (görece) Batılılara... Bugün 19 Mart 2016. Son 5 ayda y