NEREDE KALMIŞTIK?

       Tam 3 ay önce sezon finali yapmışım, ekranlara dönme zamanı geldi artık. Kafamda dönen bir soruyla başlamak istiyorum, 'insan neden ve nasıl yazar?' Okunmak için yazarsa iç dünyasını nasıl serer kağıda veya ekrana? Okunmamak üzere yazarsa ne anlamı olur? vb sorular. Yazma isteğim depreşiyor zaman zaman, ama neyi nasıl nereye yazacağımı kestiremiyorum. Sanırım üşengeçlik etmeden yeterince yazarak insan yolunu bulabilir. O zaman başlayalım bir yerden, öyle değil mi?
       Bugün bitirdiğim kitap üzerine bir kaç satır yazmadan yeni bir kitabın kapağını aralamak ve yeni bir dünyaya girmek istemedim. Doğum günümde bir arkadaşım bana Ece Temelkuran'ın 'Ağrı'nın Derinliği' isimli kitabını hediye etmişti. Normalde kitapçıdan gidip seçeceğim bir kitap değildi ama Ece Temelkuran'ın kalemine eski bir aşinalığım vardı, okuyabilirdim. Olmasaydı da bana hediye edilen bir kitabı okurdum, o da ayrı. Üniversite yıllarında Milliyet gazetesi okurdum, o zamanlar Ece Temelkuran'ı takip ederdim. Daha sonra gazetenin çizgisinden çıkması ve yazarın bana göre 'aşırı' politik tavrı nedeniyle bıraktım. Ta ki Ağrı'nın Derinliği'ne kadar. Aslında Ermeni meselesi hakkında hiç okuyasım da yoktu ama kitap 'okunacaklar' listeme düşmüştü bir kere. Neden mi bu konuyu okuyasım yoktu? Sanırım tam da yazarın yazmak isteme sebebi yüzünden. 2006 yılında başladığı bir yazı dizisi için konuya yoğunlaşmış yazar da. Ancak konunun hem çok konuşulan hem de aslında gerçek anlamda hiç konuşulmayan tarafı onda da mesafeli bir merak oluşturmuş olmalı. Kitap belgesel anlatı türünde yazılmış ve Ece Hanım'ın Ermenistan, Fransa ve Amerika'da görüştüğü Ermeniler'le yaptığı röportajlar ekseninde şekilleniyor. Kitabın içine girmeden söylemek isterim ki, kadın bakış açısı benim için çok değerlidir. Çünkü erkeklerin az boyutlu ve duygudan nasibini yeterince almamış görüşleri bana çok uzak ve zayıf gelir. Zaten o duygusal yoksunluk değil mi eril gücü oluşturan ve ne yazık ki bu eril bakış açısıyla dünyayı yönettiren? Ben de bazen gerekli buluyorum karar verici, hedefe odaklı erkek bakış açısını. Ama yetmiyor işte. Dünyayı kadınlıktan uzaklaşmadan kadınlar yönetiyor olsaydı belki işler biraz daha yavaş ilerledi ama bu kadar kan dökülmez, bu kadar acı çekilmezdi diye düşünürüm. Çünkü kadın bilir bir hayatın ne demek olduğunu, hayat vermek kabiliyetine sahip olmasından sebep. İşte Ermeni meselesini de hep yüksek sesle duygudan arınmış şekilde konuşan erkeklerden dinledik bunca zaman. Ne anladın dersen, ben pek birşey anlamadım. Ece Hanım önümüze tarihi belgeler sunmuyor, insanların durum, duygu ve düşüncelerini anlatmaya çalışıyor, öncelikle kendisi anlamaya gayret ederek.
       Görüştüğü Ermeniler'le gerçek bir iletişim kurmakta çoğunlukla zorlanıyor yazar. Çünkü neredeyse hepsinin gündeminden hiç düşmeyen bir öfke hatta nefret var. Soykırım ve kabul edilme(me)si konusu her daim canlı ve ön safta. Araştırma sürecinde Ermenilerin kendilerini ancak bu acı tarihleriyle tarif ettiklerini farkediyor ve şaşırarak bunun nedenini anlamaya çalışıyor. Anladıklarını da Türkleri kızdırmadan anlatmaya çalışıyor. Ermenistan'da yaşayan Ermenilerin türlü ekonomik kısıt ve yetersizlikle boğuştuğunu ve bitmek bilmeyen bir Ararat özlemiyle yaşadığını, diasporanın da vatansızlığın acısını çektiğini ve 'soykırım ve tehcirin' acısına tutunduğunu, ancak bu ortak acının dünyanın dört bir yanına dağılmış Ermenileri bir arada tutabildiğini anlatıyor. Ya da Ermenilerin 'ortak millet' harcını ancak bu acıyla karmayı seçtiklerini de söyleyebiliriz. Tüm Ermeniler adeta bir genetik miras olarak 1915'i kuşaktan kuşağa aktarıyor. Kendi acıklı tarihleri ve yaşanmışlıkları unutulursa yok olacaklarını düşünüyorlar. Kitabın bir yerinde Ece Hanım 'acı endüstri' olarak tanımlıyor durumu. İki taraflı olarak yaklaşık bir asır önce yaşanmış olayları sırtta bir kambur olarak taşımanın güçlüğünden dem vuruyor. İki milletin bu ortak tarihinin tek olduğunu, sorunun da çözümün de şahsına münhasır olduğunu düşünüyor. Çünkü bir yandan birbirine düşman iki millet varken diğer yanda yüzlerce yıl Anadolu'da birlikte, yan yana yaşamış, aynı topraktan beslenmiş, aynı türkülerle ağlamış/gülmüş ve nihayetinde aynı toprağın altına gömülmüş insanlar var. Ve yazarın da söylediği gibi artık kimse bir arada yaşamak zorunda değil, birbirini affetmek zorunda da değil ama birbirini anlamak tercih edilebilir. Birbirine düşman iki eski dostun içindeki katranı eritmek için belki de gerekli. Amerika'da doğup büyüyen, Amerikan aksanıyla İngilizce konuşan ama bir Türkle Türkçe konuşmak isteyen, o Türkçeyi de ancak Doğu Anadolu şivesiyle konuşan Ermenileri Türklerden başka kim anlayabilir ki?
        Ece Temelkuran'ın bu çalışmayı yaptığı günlerde Hrant Dink'in son derece uzlaşmacı ve insani tavrıyla sokak ortasında vurulması yazarın konuya hassasiyetini daha da artırıyor. Fakat sanırım yazar Ermenilerin Hrant'ı pek de anlamamış olduğunu düşünüyor. Ancak Türk insanında bu olay üzerine yaşanan hassasiyet onun da oldukça ilgisini çekiyor. Bu kadar karalamadan daha fazla şey anlatabilecek bazı alıntılar paylaşmak istiyorum müsadenizle.
        'Ülkesizliğin ülkesinin sınırları hep niye gerçek bir ülkeden daha büyüktür? Ülkesizlerin ülkesi niye hep en güzelidir?'

       'Türkiye'nin soykırımı tanımaması bizi diasporada bir arada tutuyor. Soykırımın tanınması bizi mahvederdi herhalde.'

'Gerçekten de bir insanı iyi dinlerseniz belki onu değil ama ilişkinizi iyileştirebiliyorsunuz. Kendinizi ortaya koymaya çalışmadan, sadece dinleyerek bile çözülüyor birçok düğüm iki insan arasında, iki insanın sırtlarında taşıdıkları ve birbiriyle çatışan geçmiş hikayeleri arasında.'

      'Hrant bağıra bağıra, 'Bir onur görmek lazım,' diyordu, 'Türklerin reddedişinde bütün o olanları kendilerine yakıştıramadıklarına dair bir onur; Ermenilerin bu acıyı yüz yıldır taşıyor olmasında bir onur görmek lazım,' diyordu.

        Şimdilik bu kadar dostlar, unutmamak için kendime notlar düşerken sizde bir merak uyandırabildiysem kazançlı sayarım kendimi.
Kendinize iyi bakın, dostlukla kalın...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KAÇAN KOVALANIR

2022, Ben geldim!

"Dünyayı Güzellik Kurtaracak, Bir İnsanı Sevmekle Başlayacak Herşey"