NE OLDU BANA?

   2 Kasım Pazartesi. Saat 13.20. Evde unuttuğum bir belgeyi almak için eve geldim ve oturup bu yazıyı yazacağım. Eve girerken karar verdim buna, yazmazsam günün akışına dönemeyeceğim.
   Her şey 7 Haziran'da başladı. Seçimler vardı ve ilk defa içimde küçücük bir umut. Bitmeyen kabusun biteceğine dair umut mu hayal mi kestiremediğim bir şey... Bu defa oyları çaldırmayalım diye Oy ve Ötesi gönüllüsü olarak sandık başına gittim. Tüm gün saçma sapan insanlara gülümseyerek müşahitlik görevimi yaptım ve gün sonunda iki sandık sonuç tutanağıyla eve döndüm. Seçim sonuçları açıklanıyordu ve gerçekten kabus bitiyor gibiydi. O akşam hayatımın en heyecenlı ve mutlu saatlerinden bir kaçını yaşadım. Ertesi sabah işe giderken radyoda Zülfü Livaneli'nin "Ey Özgürlük" şarkısı çalıyordu. Gözlerim yaşararak dinledim ve eşlik ettim. Yıllar sonra yeniden "umut" vardı içimde. Nefes alıyordum üstelik. İlk günler çok güzel geçti. Nihayet biz de gülecektik. Bu ülkenin kimsenin babasının malı olmadığını herkes anlayacaktı. Daha özgür, adil ve demokratik bir ülke olacaktı belki de. En önemlisi artık normalleşecektik. Günler günleri kovaladı ve hiç bir şey yoluna girmedi. Bununla da kalmayıp Suruç patlamasıyla benzerini daha önce belki de görmediğimiz kara günler başladı. Askerler, polisler, sivil vatandaşlar göz göre göre harcandı. Yüreklerimiz hiç sönmeyen bir alev gibi her gün biraz daha harlanarak yandı. Her akşam yediğimiz lokmalar boğazımızda düğümlendi. Bunu abartarak söylemiyorum, aylarca her gün akşam yemeğini haberlerde ölüler geçidini izleyip gözümüzde yaş, boğazımızda bir yumrukla yedik. En sonunda Ankara patlamasıyla aklımız durdu. Bir kez daha ölenler için içimiz paramparça olurken aldığımız nefesten utandık. Biz diye kastettiğim ben, ailem ve yakın arkadaşlarım. 12 Ekim sabahı elimden başka bir şey gelmemesinin de utancıyla simsiyah giyinip işe gittim. Fakat hayat çok normal şekilde akmaya devam ediyordu! İnsanların yüzüne baktım tek tek. Hayır değişen bir şey yoktu. Herşey 9 Ekim'de bıraktığım gibiydi. Sonra "oh olsun" diyenleri duymaya başladım ki bu hepsinden daha fazla yaktı canımı. Ankara da son olmadı. Her gün ikişer, üçer, beşer insanlar öldürülmeye devam etti. Hatta Dilek Doğan adında gencecik bir kız evinde polis kurşunuyla öldürüldü. Hem doğuda ölen polise ağladık hem polisin öldürdüğüne. Delirmeden devam edebilmek için gözümüzü mecburen 1 Kasım'a diktik. Bu sefer umutlar beklentiye döndü bende. Haziranın üzerinden 5 ay geçmişti ve bu zaman dilimi yüzlerce kişinin kanına bulanmıştı. Sandıkta bunun cevabı elbette verilecekti. Bu beklentinin bana göre teminatı 7 Haziran'dı. Yine gönüllü olarak 1 Kasım sabahı 6.30 da kendimi Ankara'nın sabah ayazına vurup görevli olduğum okulun yolunu tuttum. Akşama kadar zor dayandım, bitsin artık bu çile diye. Akşam görevi tamamlayıp eve döndüğümde eşim hiç adeti olmadığı halde koca bir tabak ayvayı soyup önüne almış yiyordu. Ben de hemen bir dilim alıp ağzıma attım, meğer farkında olmadan çok önemli bir metaforu yaşıyormuşuz o anda. Sonra televizyonu açtım ve gördüğüm rakamları idrak etmekte epey zorluk yaşadım. İnanmam mümkün değildi. Bir yandan bizi öldürmeye devam ederken bir yandan "insanca" yaşayabileceğimiz her şeyi elimizden alın, şu ana kadar aldıklarınız da hepinize helal hoş olsun demiştik adamlara! Sonrası korkunç bir baş ağrısı, mide bulantısı ve ne yapacağını bilememe hali. Sabah işe gittiğimde yine ve tabi ki her şey normaldi. Bir yandan da işime geldi, çünkü seçimlerle ilgili hiç bir şey görmek ve duymak istemiyordum. Sabah girdiğim markette yarım saniyede gördüğüm gazete manşetleri bile öğürmeme ve gazetelere karşı kendi kendime sesli bir şekilde küfretmeme yetmişti. Şu anda depresyon ya da psikolojik travma benzeri bir şeyler yaşıyorum. Sokakta gördüğüm herkesin yüzüne baktım, kendini nasıl hissediyor acaba diye. Sanki büyük bir afetin hemen sonrasında hayatın nasıl devam ettiğini anlamaya çalışır gibiyim. Çok yakınımdaki insanları biraz yokladım, acaba ne durumdalar diye. Sonuç, normal bir ruh hali içinde olmadığımı doğruluyordu. Yine çok abartmıştım, yine aşırı hassas davranıyordum. Benim hep öyle olur, her ölümde, her faciada (Allah korusun) bir yakınımı kaybetmiş gibi bir ruh haline ve yasa bürünürüm ama hemen hemen başka kimsenin benim gibi olmadığını görünce çok şaşırır bir kat daha üzülürüm. Bu defa abartmamaya çalışacağım. Krizi ve ilk şoku atlatana kadar gündemle olan bağlarımı koparacağım. Özellikle hep kendimize benzer insanlarla doldurduğumuz ve tam da bu sebeple gerçeğe dair bizi sürekli yanıltan sosyal medyadan uzaklaşacağım. Bir süre kendimi sanata,edebiyata falan vereceğim. Hala delirmediysem delirmemek için yapacağım bunu. Kendime geldikten sonra da sakin kafayla burada kalıp direnmekle alıp başımı gitmek arasında bir seçim yapmaya çalışacağım. Belki de burada kalıp hiç bir şeyle ilgilenmemeyi, kimsenin acısını anlamaya çalışmamayı denerim. Ta ki bir gün kazara ölene veya öldürülene kadar.
   Şimdilik sağlıcakla kalın ve şu zavallı arkadaşınıza akıl, fikir ve sağlık dileyin.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KAÇAN KOVALANIR

2022, Ben geldim!

"Dünyayı Güzellik Kurtaracak, Bir İnsanı Sevmekle Başlayacak Herşey"