ŞAŞIFELEK ÇIKMAZI


Yazları canım eski dizileri çekiyor. Şimdi düşündüm neden yazları diye, biz kışın pek televizyon izlemezdik "eskiden" de o yüzden. Kışın okula giderdik, dersaneye giderdik,evde olunca da ders çalışırdık. Yazın evde otururduk ve televizyonda kısmetimize ne çıkarsa izlerdik. Geçen yaz ortaokul yıllarımın efsane dizisi Kara Melek'i izledim. Bir de bizim doğduğumuz yıllarda gösterilen Kartallar Yüksek Uçar dizisini ki efsaneydi bence. Senaryosunu Atilla İlhan'ın yazdığı, başrolünü Sadri Alışık'ın oynadığı bir dizi, daha fazla söze gerek yok. 
     Bu ayın başında hastalıktan eve tıkılıp kalınca o günlere döndüm yine. Küçücük evde, yaz günü sıcak havada tıkılıp kalarak geçirdiğimiz günleri, ayları düşündüm. Yapılacak çok az şeyin olduğu, sadece hayal kurmanın ve kral tv izlemenin sınırsız olduğu o günleri hatırladıkça içim daha da sıkıldı. Hatta bir iki defa yazarak o sıkıntıyı atmaya çalıştım ama hastalığın da etkisiyle çok bunaltıcı ve ağır duygulara girdiğim için yazıları tamamlayamadım. 
    O günlerin çağrışımıyla eski dizileri karıştırırken Şaşıfelek Çıkmazı'na denk geldim. İyi bir dizi olduğunu biliyordum ama yukarıda bahsettiğim yaz günlerinde sırf televizyonda o var diye -yine de ilgiyle ve severek- izlediğimiz bir dizi olduğu için canım çekmedi önce,sonra biraz izlemeye karar verdim ve çok şaşırarak gördüm ki onlar da bizim o zamanki hayatımızı yaşıyor. Üstelik "İstanbul gibi yerde". Tamam, mahalle dizisi ama olsun, uç bir ortamı anlatmıyor sonuçta. Hatta çok "senden, benden" bir hikaye duygusuyla anlatıyor. O kadar rahatladım ki. Meğer ne kadar önemliymiş herkes gibi olmak ve normalin sınırları içinde yer almak. Resmen geçmişim özgürleşti, o günlerin can sıkıcı yoksunluğuyla, şimdiye göre çok kısıtlı koşullarıyla bir anda barıştım. Çünkü ben zannediyordum ki o zamanlar herkes bizim şu anda yaşadığımız gibi yaşıyordu sadece biz o zamanki gibi yaşıyorduk. Bundan da müthiş bir "eziklik" duyuyor, adeta geçmişe dönüp o zamanki hayatımı değiştirmek ve kurtarmak istiyordum. Bir önceki yazımdan da hissedileceği üzere çocukluk ve ergenlik yıllarımı romantik ve iyimser duygulardan çok hüzün, sıkıntı ve huzursuzluk duygularıyla anımsıyordum. O zamanki yoksulluğumuz diyemeyeceğim ama yoksunluğumuz beni çok üzüyordu geçmişe bakarken. Bunun bir bakış açısı hatası olduğunu bu diziyi izlerken fark ettim. Bugünün bakış açısıyla düne bakıyormuşum meğer. Oysa dizidekiler de bir telefon bekliyor bütün gün, telefonla kız arkadaşını arayan delikanlı sesini inceltip kız numarası yapıyor -ses değiştirmek için dantel mendil konurdu telefonun almacına-, anne-babalar kızlarının flört etmesine izin vermiyor, cep telefonu sadece çok zenginlerde var. Onlarda da geçim sıkıntısı var, parasızlık var. Üst baş almak, mutfak alışverişi yapmak için bile hesap kitaplar yapılıyor. Kıyafetleri bizim de o zamanlar giyinip daha sonra eski fotoğraflarda görünce "ay ne ruküş" dediklerimizden. Herkesin sadece iki üç kat kıyafeti var. Tatile çıkmak onlar için de hayal. Şimdi burnumuzla ittiğimiz "nescafe" içmek onlar için çok havalı ve güzel. Dışarıda yemek, bir kafeye gidip bir şeyler içmek, birileriyle buluşmak onlar için de çok büyük mesele. Aynı bizim o yıllarımız gibi yani!
    Geçmişe bakmanın yanıltıcı tuzakları olduğunu biliyordum ama bunu bir televizyon dizisi vasıtasıyla izleyerek görmek benim için çok aydınlatıcı oldu. Her gün en az iki bölüm izliyorum -çünkü her bölüm sadece 40 dakika- ve o günleri tatlı bir gülümseme ve anlayışla kabullenerek hatırlıyorum. 




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KAÇAN KOVALANIR

2022, Ben geldim!

"Dünyayı Güzellik Kurtaracak, Bir İnsanı Sevmekle Başlayacak Herşey"