ÖLÜM-YAŞAM
       Başlık yazmak bile o kadar zor ki bu yazıya. Yazılabilecek tüm başlıkların iyimser kalabileceğini düşünüyorum yazacağım şeylere nazaran. Son yazdığımda yanlış hatırlamıyorsam 1 Kasım şokunu atlatmaya çalışıyordum. Gerçekten benim için tam bir yıkım olmuştu. Neredeyse tüm ümitlerim yerle bir olmuştu. Ne yazık ki kahrolmakta haklıymışız. Keşke olmasaydık... 
       Seçim propagandası niyetine yüzlerce insanın ölümüne doğrudan veya dolaylı sebep olunmuştu. Bir bakıma perşembenin gelişi çarşambadan belliydi ve geldi. Lanet olsun, geldi. En çok korktuğumuz şeyler başımıza geldi. Güneydoğu'da terör şiddetlendi. Devlet (iyimser bir yaklaşımla) terörle mücadele ederken binlerce sade vatandaşın, çoluğun çocuğun hayatını alt üst etti. Diğer tarafın zaten bizim gibiler tarafından ele alınır yanı yoktu hiç bir zaman. Gel gelelim biz büyük şehir insanlarına... Doğudakilerin tabiriyle hiç bir şeyden haberi olmayan (görece) Batılılara... Bugün 19 Mart 2016. Son 5 ayda yaşanan kitlesel eylemlerin (eğer doğru sayabildiysem) 5. si İstiklal Caddesinde kahrolası bir canlı bombanın infilak etmesiyle yaşandı. İnsanlar yaralandı, hayatlarını kaybetti. "Hayatını kaybetmek" ne demek 32-33 yaşında idrak ettim. 80 yaşında bir adamın hasta yatağında dünyaya gözlerini yumması "hayatını kaybetmek" değil. 20 yaşında bir gencin özel ders verdikten sonra evine giderken otobüs durağında canından olması "hayatını kaybetmek". Üniversite giriş sınavından çıktıktan sonra biraz kafa dağıtmaya çalışıp kafasında türlü endişe ve hayallerle evine dönmeye çalışan liseli gencin havaya uçması "hayatını kaybetmek". Veya 35 yaşında, özel bir şirkete iş görüşmesine gittiği sokağın başında bir patlamanın hedefi olmak "hayatını kaybetmek". Hangi birini sayayım. Geçtiğimiz hafta (ki daha bir hafta olmadı) Kızılay Meydanında patlayan bombadan sonra sohbet ettiğim bir arkadaşım dedi ki, "Eğer böyle bir olayda ölürsem ve ölürken bir şeyler düşünecek zamanım olursa sadece pisi pisine öldüğüme üzülürüm!" Bu ne demek biliyor musunuz? Ölümlerden ölüm beğen(me)mek demek. 
       Burası bir "ecelsiz ölüler" ülkesi... Yazık değil mi bu güzel topraklara? Yazık değil mi bizim gibi şimdilik hayatta kalan ve hangi meydanda ne zaman öleceğini bilmeyen insanlara? Yazık değil mi bu vatan için, diğer insanlar için, özgürlük için, bağımsızlık için, uygarca bir yaşam için, namusuyla evine bir ekmek götürebilmek için ölen insanlara? Yazık değil mi iki lokmasının birini bu devlete vergi olarak veren ve sonra da devleti tarafından korunamayan vatandaşa? Yazık değil mi insanca bir yaşam için 20 sene dirsek çürütüp, türlü gelecek hayalleriyle gençliğini bir masa başında gömenlere? Yazık değil mi bu cehennemde pırıl pırıl evlat yetiştirenlere? Bu akşam eve dönemezsem çocuğuma ne olur diye düşünerek evden çıkan ana babalara??? Yazık! Ne kadar dersen o kadar yazık hem de...
       İtiraf edeyim, son seçimlerden sonra bir dönem kendimi kötü ve üzücü olan herşeyden soyutlamaya çalıştım. Bütün haber alma kaynaklarından uzak durdum. Kim öldü, kim kaldı, kim yandı düşünmemeye çalıştım. Kendi küçük dünyamda küçük mutlulukların peşinden gittim. Ta ki Ankara'da, İstanbul' da "kavurga gibi" bombalar patlamaya başlayıncaya ve insanlar onar onar ölünceye kadar. Sağır ve kör dinginliğim bir kaç ay sürdü anlayacağınız. Geçen gün Barış Bıçakçı'nın bir kitabında okurken altını çizdiğim "Türkiye evlatlarına kendinden başka bir şeyle meşgul olma imkanı vermiyor" cümlesi Ahmet Hamdi Tanpınar'a aitmiş. Kim bilir kaç yıl önce söylenmiş bir sözün geçerliliğini hala koruyor olması ne acı... Çok yakın bir arkadaşım Amerika'da yaşıyor. "Türkiye'de insanlar sürekli olarak siyaset hakkında konuşuyor. Amerika'da siyaset sıradan vatandaşın işi değildir ve buradaki gibi her yerde konuşulmaz, insanlar sadece günlük hayatlarıyla meşguldürler" dedi. Ben de "Türkiye'de siyasi hamleler sonucu bir sabah işe ya da okula giderken ölebiliyorsun, bu yüzden herkes bu kadar alakadar" demiştim. Keşke haksız olsaydım. Şimdi bize düşen dehşet içinde korkuyla, endişeyle yaşayabildiğimiz kadar yaşamak. Bir yandan için için ağlayıp bir yandan hayata tutunacak sebep aramak. Akşamları mutfakta ölüler resmi geçidini ağlayarak izleyip, salona geçip gözünün yaşını belli etmeden çocuğumuzla oyun oynamak. İçimiz ne kadar yansa da, ne kadar isyan etsek de yaşamaya devam etmek. Bazen şans eseri hayatta kaldığına sevinerek, bazen nefes aldığın için utanarak...
       Başka çare var mı dostlar? Varsa bir fikri olan nolur esirgemesin...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

2022, Ben geldim!

KAÇAN KOVALANIR

"Dünyayı Güzellik Kurtaracak, Bir İnsanı Sevmekle Başlayacak Herşey"